13 Ekim 2012 Cumartesi

Kızıma masallar:

Gönderen Pisun zaman: 17:42 1 yorum
ELSİZ PRENSES
Yıllar yıllar önce, zamanın birinde, dağların tepesinde, derelerin buz gibi suyunu akıttığı, denizlerin köpük köpük kıyılarına vurduğu, rüzgarın ılık ılık esip üşütmediği, yemyeşil çimlerin içinde rengarenk çiçeklerin açtığı, güneşin koyu sarı parladığı bir ülke varmış. Yemyeşil kırlarında kelebekler uçuşur, yağmurların ıslattığı toprak mis gibi kokarmış. Güneş bu ülkede hiç kaybolmaz, sıcacık ısıtır ama hiç bunaltmazmış. Burası gökkuşakları altındaki büyük bir ülkeymiş, adı; altın ülkesi..
Bu ülkede yaşayan insanlar mutlu, yürekleri sevgi dolu ve karınları tokmuş. Sıcacık güneşin parlak ışıklarının bu ülke insanına hediyesi; altın'dan bir kalpmiş. Altın kalpleri güneş gibi parlar onları kötülükten uzak tutarmış. Günboyu yemyeşil kırlarda mutlulukla dans ederler, çocuklar kahkahalarıyla sokakları çınlatırmış. Güneşin altın ülkesinde kavga nedir hiçkimse bilmezmiş. Toprakları bereketli, sevgileri bol, kralları da kendileri gibi altın kalpliymiş.
Yemyeşil kırların tepesinden derelerin aktığı,bahçesinde bin bir çeşit meyve ağaçlarının bulunduğu,rengarenk çiçeklerle süslü kocaman sarayında yaşayan altın kalpli kralı herkes sever,bu bolluk ve bereketin ülkenin zenginliğinden çok kralın güneş gibi sıcacık sevgi dolu altın kalbinden geldiğini bilir ve onu altın kral olarak çağırırlarmış.altın kral bu dünyanın en zengin adamıymış.sarayı büyüklüğüyle herkesi hayrete düşürür,toprakları bereketiyle başka ülkeleri kıskandırırmış.burada yaşayan halk bilirmiş ki; bu dünyanın en zengin ve en iyi kalpli kralı onlarınkiymiş. kral en sinirli halindeyken bile,bir kuşun ötüşü onu sakinlettirirmiş.bu ülkedeki tüm insanlar krallarını çok sever ve onun başına kötü birşey gelmesini hiç istemezmiş.altın kral çok güçlü,çok zengin ve çok sevgi doluymuş.onun değeri altından yapılmış kalbi değil o kalbi ısıtan sıcacık sevgisindeymiş.ona ateşten başka hiçbirşey zarar veremezmiş çünkü altın kralın altın kalbi ancak ancak ateşte erir ,vücudu ancak ateşle yok olurmuş.kral kocaman sarayında gün boyu oturur altın kalpli halkını mutlu etmek için çabalarmış.
altın kalpli kralın dünyalar güzeli,saçları altın sarısı,büyülü sesli ,kalbi en değerli altından ışıl ışıl parlayan bir de kraliçesi varmış.kraliçe karnında bebeği,altın işlemeli en değerli kumaşlardan elbisesiyle sarayda gezinir, günboyu o güzel sesiyle şarkılar söylermiş.kral kraliçesinin dünyalar güzeli yüzünde aşkı,büyülü sesinde huzuru bulurmuş.günler geceler böyle mutlu geçerken kraliçenin doğum sancıları başlamış.bir kaç saat sonra altın saçlı,elma yanaklı,tombul bacaklı,kalbinin parlaklığı göz kamaştıran bir prenses dünyaya getirmiş.prensesin doğumuyla kral kırk gün kırk gece eğlenceler düzenlemiş.bu ülkenin insanları dans edip,şarkılar söyleyerek prensesin doğumunu kutlamışlar.kraliçe günboyu o güzel büyülü sesiyle kızına ninniler söyler bu büyülü ses kralı ve tüm halkı mutluluklara boğarmış.
insanları altın kalpli altın ülkesinin topraklarının altında , yerin yedi kat dibinde güneşin hiç doğmadığı bir ülke daha varmış.gündüzleri geceler kadar karanlık,lralı demir kadar güçlüymüş.bu ülke insanları gece gündüz kayaları oyar madencilik yaparlarmış.hepsinin kalbi demir kadar soğuk,demir kadar sert, karınlarıysa hep açmış.bu demir ülkesi demir kayalarla çevrili,çok ama çok büyük bir ülkeymiş.ülkenin karanlık sokaklarında çiyanlar dolaşır yılanlar tıslarmış.bu ülke insanları bilirmiş ki;bu dünyanın en zengin ama en sert,en soğuk, en sevgisiz kalpli kralı onlarınkiymiş.demir kralın tek bir sözüyle herkes korkuyla yerinden fırlar çalıştıkça çalışırmış.demir ülkesinin zenginliği, demirden yapılmış çeşit,çeşit davaş aletlerinden gelirmiş.demir kralın emriyle büyük ülkelere savaş açılır insanları esir alınıp madenlerde çalıştırılırmış.
demir kralın en sağdık hizmetçisi;ağzından alevler saçan boyu neredeyse üç insan boyunda büyük beyaz bir yılanmış.kralın her istediğini anında yapan bazende kendi isteklerini krala uygulatacak kadar sinsi bir yılan.
demir kral kocaman tahtında oturup göklerde uçan,denizlerde yüzen, yerin altından giden yeni bir savaş aleti yapmayı planlarken,büyük beyaz yılan sürüne sürüne yanına gelmiş ve demiş ki;
-efendimissss bir kadın sssss şarkı söylüyorrrrr , işitiyormusunussssss?
kral dikkatle dinlemiş;yeni doğmuş dünyalar güzeli bebeğine ninniler söyleyen kraliçenin büyülü sesini işitince;gözleri parlamış, soğuk kalbi hırsla kabarmış.
-bu ses!
diye fısıldamış. beyaz yılan ;
-evet efendimissssss bu kadın madende ssssss şarkı söylerse eğer sssss çalışanlar hiç yorulmassssss.onlar çalıştıkça sssss daha çok demirimiz olur ssss daha çok demir daha çok savaş aleti ssss demektirrrrrr.
kral;
-hemen bana bu kadını getir.getir ki;bu dünyanın tüm ülkelerine ben sahip olayım
demiş.
beyaz yılan;
-emredersinisssss efendimissssss.
deyip sürünerek karanlıkta kaybolmuş.
altın krallığın altın kalpli kraliçesi yeni doğmuş dünyalar güzeli bebeğine ninniler söylerken büyük beyaz bir yılan görmüş.yılanın gözleri güneş kadar sarı ama kalbi demir kadar sert ve soğukmuş.korkuyla çığlıklar atarak altın kalpli kralını çağırmış.kral koşarak kraliçesinin ve prensesinin yanına gelmiş.prensesini kucağına almış kraliçesinin önüne geçmiş.büyük beyaz yılan sinsi sinsi sırıtıp ağzından yakıp yok eden alevlerini çıkarmış.işte o anda dünyanın en güçlü ülkesinin en güçlü kralının altın kalbi ateşten erimiş vücudu yok oluvermiş.kucağındaki prensesin de ateşten elleri yanıp yok olmuş.sinsi yılan kraliçenin bedenine sarılıp onu yerin karanlıklarına demir kalpli kralın ülkesine kaçırmış.
altın krallığında ilk kez bir bebek ağlaması duyulmuş.nöbetçiler koşarak geldiğinde gördükleri şey karşısında donup kalmışlar.yerde ; altın ülkesinin kralından arta kalan erimiş bir avuç altın ve hemen yanında elleri yanıp yok olmuş olan dünyalar güzeli prensesleri.
aradan yyıllar,yıllar geçmiş.altın ülkesinin kraliçesinin kaçırılıp kralının bir avuç altına dönüştüğü,prenseslerinin ellerinden olduğu günden beri kocaman altın ülkesi demir kralının egemenliğine geçmiş.artık bu ülkede altın değersizmiş.demir en değerliymiş.tüm ülke halkı -elsiz prenses dahil yerin yedi kat dibinde, karanlık madenlerde büyülü sesiyle şarkı söyleyen kraliçe sayesinde durmadan ,yemeden, içmeden çalışıyorlarmış.
elsiz prenses büyülü ses ile kalbinin derinliklerinden sarsılıyor fakat kimin şarkı söylediğini bilmiyormuş.tüm gün sırtında demir dolu sepeti taşır dururmuş.günlerden bir gün ayakları onu şarkı söyleyen kadının yanına götürmüş.zayıflıktan perişan,sürekli şarkı söylemekten bitkin düşen kraliçeyi hayran hayran dinlerken kraliçe prensesi farketmiş.o anda şarkı söylemeyi kesen kraliçe prensesini hala güneş gibi parlayan kalbinden ve yılanın yok ettiği ellerinden tanımış.prensese sımsıkı sarılıp olan biten herşeyi ona bir çırpıda anlatmış.
kraliçenin şarkısını kestiğini duyan büyük beyaz yılan hızla kreliçeyle prensesin bulundukları odaya gelmiş.o anda kraliçe hiç kimsenin dayanamayacağı tizlikte bir çığlık atmış.yılan bu dayanılmaz çığlıkla bir anda patlayıp beyaz etleri dört bir yana dağılmış.
kraliçe elsiz prensese;
-beyaz yılanın beyaz etinden yersen eğer ellerine yeniden kavuşursun
demiş.
prenses de dört bir yana dağılan beyaz yılanın beyaz etinden bir parça yemiş ve o anda elleri yeniden geri gelmiş.mutluluktan havalara uçan kraliçe ve prenses sarılıp koklaşmış hadret gidermişler.
kraliçenin şarkısını kesmesiyle bir anda kendilerine gelen madende çalışan halk ellerindeki demirden savaş aletleriyle demir kralın sarayına yürümüş ve kralın sarayını başına yıkmışlar.zengin mi zengin, güçlü mü güçlü demir kral ,demir ülkesinin insanları tarafından paramparça edilip her parçası ayrı bir denize atılmış. demir kralın her parçası denizlerin dibinde paslanmış ve sonunda da yok olmuş.
altın kalpli, büyülü sesli kraliçe ve artık elleri olan prenses yeraltı krallığının sonunu getirip kendi altın ülkelerine geri dönmüşler. o günden beri yeraltında,madenlerde köle gibi hiç kimse çalışmamış.
kraliçenin emriyle ne altının ne de demirin bir değeri  kalmış.artık en değerli şey sevgiymiş....

23 Eylül 2012 Pazar

yeniden

Gönderen Pisun zaman: 03:38 0 yorum
bazı seneler öğretici acılar içerir..2012 senesi özelikle yazı yağmur yüklü bulut gibi tecrübeleriyle ıslattı beni..uzun zamandır bloğumdan uzak kalışımın nedeni bu..şimdi bir çok konuda yazmak için hazırım artık..ölüm..korku..yeni bir ülke..ve tabiki de insanlar ..
bundan sonraki yazılarımın çoğu bu konularla ilgili olacak sanırım..
bu yaz bana neler kattı -neler alıp götürdü..
şaşıyorum kendime hep aynı şok, hep aynı depresyonik kişilik ve hep aynı içe kapanış..demek sandığım kadar büyütemiyorum ruhumu..belki de hayatın akışına teslim edemiyorumdur ruhumu..kişilik yapımda ki kontrol manyaklığı kabul edemiyordur müdahale edemediğim gelişimleri..
her neyse yaşam öyle yada böyle döküyor yapraklarını ..ben hiç birşey yapmadan beklemeliyim sonbahardan sonraki kar yağışını ve ilk baharda tomurcuklarımla gülümseyip hayata gökkuşağında rengarenk açmalıyım..evet bunu kesin yapıcam..güzel çünkü..:)

9 Mayıs 2012 Çarşamba

bir bebeğin hikayesi

Gönderen Pisun zaman: 04:37 0 yorum
küçük bir kız çocuğunun hikayesi bu..minicik elleri, kırılgan vücudu, saçsız kafası, ilk ağlamasında ki kararlılık..bir inceleyen ,gözleyen olsaydı  belki de sarıp sarmalamaktan öte ölüme terkederdi O'nu..kim bilir..
sabahın erkeninde yollar buzlu, hava karlıydı Ankara'da..sancılar sıklaştığında annesi avaz avaz bağırırken sonsuzluğa o; sıcacık su dolu yaşamdan düşüverdi arabanın arka koltuğundan dünyaya..annesi kendi derdinde, babası direksiyon başında ama ikisi de şaşkındı..ilk bebek ,ilk deneyim tuhaftı biraz ama hemen sarıp sarmaladılar bebeği eski bir yün hırkayla..hırka eski,hırka yer yer güve yenikli,hırka bebeğe sarılmaktan mutsuzdu.. sadece o farketmişti bebeğin geldiği dünyanın pisliğini..ama hırka bu, anlatamaz ki bildiklerini..
bir kış günü Ankara'da ,buzla kaplı yol üstündeki bir arabanın arka koltuğunda ,bir bebek dünyaya geldi..cılızdı ,narindi ama kararlıydı büyümek için..gün bu nedir ki..kısacık saatler aylar kovaladı birbirini....işsizdi babası.. soğuktu Ankara..her şeye rağmen altı ay geçmişti bile karın tokluğu ile ..çocuğu veren Allah verirdi rıskını da..böyle inanırdı annesi..ilkokul dörtten sonra memeleri çıktı diye babası yollamamıştı okula..okumayı bilirdi ama hiç okumadan Kuran'ı inandı Allah'a..kulaktan dolma kıldığı namazı kabul etsindi Allah..amin..
babası işsiz,babası kısık gözlerle bakardı hayata..çevresinde ki herkes  uzaktı O'na..O herkese en uzaktı..kadınsız gençlik yıllarında kısılıp kalmıştı bu mahalleye..işte o zamandan kalmaydı kısık gözleri..O okumuştu ortaokulu..zordu adam olmak ,zordu ayakta durmak..okumak zordu..o da okumadı Kuran'ı ama inandı Allah'a kısık gözlerindeki derin boşlukla..kıldı namazını,cuma vaazlarını hiç kaçırmadı on üç yaşından beri..
soğuktu Ankara..yollar buzluydu..bir yaşındaki bebek ilk baba dedi..ağladı arkasından..hep ağladı ..en çok ağladı bu hayatta..babası aldığında kucağına gene ağladı hep ağladı..sevdirmedi kendini bu insanlara..bir yaşında kız çocuğu..bir yaşında bebek..yatırdılar odanın bir köşesine kömür sobasına yakın..babası işsiz,annesi düşünmezdi hiçbir şeyi..soğuk evlerinde annesi kıvrıldı sedire..hep ağlardı bebek..kömür sobasına yakın yatarken susmuştu bir süre..uyudu annesi..içti babası..içtikçe içti babası..
gitti aldı bebeği..ağlamadı bebek..ilk kez baba kucağında sustu..bezini açtığında babası baktı kocaman gözlerle..kısık gözlü babasına inat..babası çözerken kemerini sobanın çıtırtısını dinleyip baba dedi ilk kez..ağladı arkasından hep ağladı..babası acıttı canını ..ağladı bebek..hep ağladı..babası hep acıttı canını..çok acıttı canını..annesi hep uyudu..babası bitirince iğrenç işini uzandı sedire..uyudu hep uyudu..
ağladı kanlar içinde ki bebek ..ağladı ölünceye dek..uyudu annesi hep uyudu..
Allah verdi Allah aldı bebeği..yeniden gebe annesi dua etti namazlarında oğlu olsun diye..oğlu olsundu kızlar günahkardı..dua etti babası cuma namazlarında oğlan diledi Allah'tan kızlar günahkardı..

8 Mayıs 2012 Salı

ahmet altan hikayesi

Gönderen Pisun zaman: 01:16 0 yorum
ahmet altan ın taraf gazetesinde yazdığı bir yazıdan beri -ki bir haftayı geçti kafamda hep aynı cümle dolanıp duruyor..hem keyfim kaçıyor hemde midemde hafif yollu kramplar filan oluştu..abartmıyorum gerçekten derinden üzüp endişelendirdi yeniden.. sağolasın ahmet altan..ne desem bilemiyorum..en iyisi popüler bir laf edeyim hani tamda referandum öncesi pek bir modaydı bir zamanların sözde solcuları şimdilerin iktidar bağlısı şahsiyetleri; görünürlerde olmayan anayasa için -taslak için YETMEZ AMA EVET deyip duruyorlardı ya tv lerde..bende işte şimdilerde aralıklarla içimden bu kısa cümleyi söyleyip duruyorum..
YETMEZ AMA EVET..
neden yetmez? yetmez çünkü henüz Atatürk'ü bitiremediler.. şimdilerde tayyip erdoğanı sıkça kemalistlere benzeterek sözüm ona tayyip erdoğana yükleniyor gibi yapıp hopp kemalizme yani Atatürkçülük felsefesine kol kol geçiriyorlar..ben ahmet altanın yazısından yola çıkarak bunları yazıyorum ama pekte öyle köşe yazısı takip eden biri de değilim hani..o nedenle sadece ahmet altanı örnek veriyorum hani tavrım ona değil daha doğrusu sadece ona değil..hani kimbilir daha niceleri bu ''derin'' stratejiyle tayyip erdoğana laf çakıyormuş gibi yapıp Atatürk'e giydiriyor... emin değilim ama kesin bu taktiği kullanıyorlar..çünkü ancak onlar böylesine sinsi ve pazarlıklı düşünebilir...
yetmez ama evet..neye evet..demokrasiye evet..bu düşünce iyi geliyor bana.. güldürüyor.. demokrasiden kasıt; yaşam şeklini din ile şekillendiren ama dinden bihaber din şekilci kitlenin istediklerini elde etmesi ise buna demokrasi denmeyeceğini hepimiz çok iyi biliyoruz..devleti bir holding gibi yöneten zihniyetin ''parasını ben veriyorsam onlar beni eleştiren oyunlar oynayamaz''deyip sanatçıları yok ettiği gün demokrasi hangi cübbelinin eteğinin altına saklanmıştı merak içindeyim..ama çok ta güldüm o gün, çünkü bir çok sanatçı da o referandum öncesinde yetmez ama evetttt diye tv tv geziyorlardı..yetmez ama evet bence de..hem sanatçı ne işe yarar bir ülkede demi? onlar farklı insanlar bol bol çiftleşiyorlar hemde..demokraside bunlar yoktur.. tek tip insan tek tip toplum..demokrasiyi basamak yapıp yoluna devam edenler her çiğnedikleri basamakta demokrasi suçu işleyip cübbe altından sopa gösteriyorlar aslında sadece basamak olarak kullandıkları yandaşlarına..sanatçılar yetmez ama evet..
neyse ben gene beni derinden düşündüren konunun özüne dönmek istiyorum..
kemalist düşünce nedir?
bu düşünceyi kenan evren felsefesiyle özdeşleştirenler yada ne bileyim abdullah çatlı mıydı hani o devletin maşası..bu tip insanları kemalistliğe layık görenlerin gerçekten de samimi olduklarına inanamıyorum..neden mi?Atatürk'ün düşünce yapısı; dünyanın saygısını kazanan uyguladığı kurtuluş savaşı taktiklerinde..uyguladığı devrimlerde..kendi yaşam tarzında..yani hepinize koca bir pes diyorum ya..
O'nun fikirlerini benimsemeseniz de O' na saygı duymayanın vicdanı nasıl rahat eder gecelerde..ülkemize çok kötülük yapıldı bugüne kadar..gerçekten..hala ülkemin dört bir yanından yitirdiğimiz bir dönemin gencecik nesli için yas tutan ben, bu gençler için Atatürk'ü nasıl suçlayabilirim ki? para için , mevki için bilmiyorum her ne içinse bu, sizler gerçekten büyük üçkağıtçılarsınız..ben demokrasiye inanırım ama demokrasinin kelime anlamını bilen biri bile ; ''demokrasi çok seslilik ''tir deyiverir..çok seslilik nası yani aaaa?çok sesli müziği bile kulaklarımız cızırtı gibi duyarken o zaman demokrasi kötü bir şey değil mi?
artık bence herkes gerçekleri söylesin bu ülkede ne pahasına olursa olsun..hani demem o ki bu yazıdan dolayı başım belaya girer mi kaygısı da var bende..demokrasi var ise girmez girmemeli..nasıl ki tv lerde başı kapalı kızlar bağırıyor ''ben Atatürk' ü sevmiyorum'' diye bende rahatça diyebilirim.. ''ben şeriatı ve dinciliği sevmiyorum'' bunu bana ve ülkeme empoze etmeye çalışan herkesten de nefret ediyorum..rahatladım..
politika futbol maçı değildir..cumhuriyet yönetimlerinde insan beyni en önemli unsurdur..sizler o beyne girip 80 lerden beri süregelen kavram kargaşalarınızla o beyinleri ele geçirdiğiniz zaman o ülkede ne cumhuriyet kalır ne de demokrasi..beynin yoksa seçimin sadece monarşi olur..senin futbol takımın seçimi kazandığında sevinir artık kupayı kaldırmış kadar bir tatmin sağlarsın..bu tatminden senin kazancın ne olur peki?sevdiğini belli etmek için kralın soytarısı olur takla atarsın hatta göbek bile atarsın..ne şerefin kalır nede kendine saygın..düşün bunu bir zahmet..
tüm bu iktidar eleştirisini onların maaşını benim de ödediğim gerçeğiyle yazıyorum.. cumhurbaşkanı başbakan dahil tüm milletvekili arkadaşların maaşlarını bir nevi ben ödüyorum..maaşlarını ödüyorsam istediğimi de derim..
YETMEZ AMA EVET..
not: ahmet altanın yazısını merak edenler tıklasın: http://haber.gazetevatan.com/erdogana-gorulmemis-sertlikte-bir-elestiri/447392/1/Gundem

23 Nisan 2012 Pazartesi

sohbet

Gönderen Pisun zaman: 02:07 0 yorum
soframızda sıcacık çayı ,bir dilim ekmeği paylaştığımız gündü
sevgiden söz açmıştık;
dağlardaki çiçeklerden bahsedercesine...
binlerce sevgiyi yaşamıştık iki kişi yüreklerimizde..
kim bilir kaç sevgiyi sevdik,
kaç sevgiyi yerdik,
kaç sevgiyi özledik
ve
kaç sevgiyi bitirdik sevgimizle..

22 Nisan 2012 Pazar

çocuk hikayesi

Gönderen Pisun zaman: 02:49 0 yorum
çocuk olmak..küçücük ama var olmak..biz yetişkinler özellikle türkiye'deki yetişkinler; çocuk olmayı  çocuk olarak var olmayı hatta çocukların bir varlık olduğunu önemsemeyiz..bir çoğunuz şuanda benim yanlış düşündüğümü geçiriyor içinden.. kendini dünyanın en iyi anne veya babası sanıp yaşayan insanlar yüzde olarak çoğunlukta..tabii bundan sadece gözlemlerim kadar emin olabiliyorum.. yani yüzde yüz kesinliği yok yazdıklarımın..ama eminim kameralara dayanan bir istatistik yapılsa ben haklı çıkarım..
küçücük olmak ama var olmak..sonsuz bilinmezliğin içinde bembeyaz bir gerçeklik; çocuk olmak.. bu yazı yetişkinleri anlatsa, işte bir kaç paragraf bir kaç virgül, birkaç soru işaretiyle sonlanırken çocuk olmak öyle birkaç paragraf vs ile yazılabilecek bir şey değil.. sonu olan bir şey de değil.. çocuk olmak sonsuz bir şey, her bakımdan sonsuz..hayaller, korkular, düşünceler, imgeler, şekiller,cesaret,enerji,sevgi..gerçekten de yaz yaz bitmez..tabii bence böyle bu.. çünkü çocuk olmak bence bir dönem değil bir ömür..
çocuk olmak..büyük güç..yok edilmesi gereken kadar büyük..o nedenle bizler yok ederiz çocuklarımızı, onları biz yaparız ki o büyük güç egolarımızı tüketmesin..yok etmek,biz yapmak..yanlış oldu sanırım..yok etmişiz gibi yapmak bizlermiş gibi yapmak daha doğru olurdu..çünkü daha önce dedim ya çocuk olmak bir ömür süren hatta ömrün ötesine geçen bir sonsuzluk..o nedenle yok edilemez O, sadece edilmiş gibi yapılır..tek tip insan yığınları kendine benzemeyeni yok etmeye programlanmış virüs programları gibi çalışıp onları bulur seçer ve yok eder..miş gibi yapar..
bazen düşünüyorum da bizler gerçekten evrenin ilk basamağında, ilkel bir gezegende yaşıyoruz ve ilkellik düşük bilinçlerimizi geliştirmemize engel oluyor sürekli..dünya gezegeninde yaşayan insan ırkı hala en ilkel ırk olduğu için  GÜÇ ile ego şişirmeye,''bir şey olmaya'' çabalayıp duruyor..o nedenle de çocukluk; bize yok edilmesi gereken bir dönem olarak; alt beynimizden sürekli pompalanıyor..
şimdi dünyaya şöyle bir uzaydan bakalım..dünyada ki bu kargaşayı bir bütün olarak görelim..beton bloklar,devasa iş, alışveriş merkezleri,bozuk üretilen yiyecekler,savrulup atılıveren her cins çöp,rengi siyaha çalmış ölü denizler,patlayan bombalar,medya patronları,tv ler ,arabalar bir sürü ıvır zıvır ..bakmaya devam edin daha derinlere evlerin içindeki kokuşmuşluk,hır gür,para kazanma -kaybetme sorunları..içim daraldı..kesinlikle yok eden bir ırkız biz..ve bunu sadece güç uğruna yapıyor olmamız ah işte o tam bir bonus..dinde savaş,iş hayatında savaş,evde savaş,okulda savaş..sonsuz gidiyor bu liste..
bir dakika 3 yaşımızdaki gibi düşünmeye çalışsak inanın bugünden kötü olmayacak gelecek..her ne yapıyorsa büyükmüş gibi yapan o -biz insanlar yapıyor..çocuk olmak..büyük ideal..en azından benim için..bu ilkel dünyada hayranı olduğum birkaç isim var gene de ..bu ''gene de''kelimesi her şeye rağmen demek benim için..büyük kitleler için bir şeyler yapmaya çalışan bir kaç kişi..bazıları filazof bazıları yazar,şair,bazıları yakın çevremden yüreği tertemiz insanlar,bir tanesi de lider..O ki benim tüylerimi ürpertip,gerçekten kalbimi yerinden çıkaracak kadar titreten bir lider..bunların hepsini gerçekten hissediyorum yani emin olabilirsiniz öyleymiş gibi yapmıyorum çok ama çok içten bu duygularım..O nu gerçekten kalpten tanıdığımı biliyorum çünkü fikirlerindeki saf gerçeklik,yüreğindeki tertemiz duyguları hissediyorum hala..
O büyük millet meclisinin açıldığı günü çocuklara armağan ederken hiç yanılmamıştı..çünkü çocuk olmak çocuk olarak var olmak sonsuza dek süren bir şey..o tertemiz yüreği keskin zekasının önüne bir tek bu konuda geçti..yanıldı..biz insan ırkı ilkel benliklerimizle çocuklarımızı yok ediyorduk,edecektik..ben bu günü bir gün bütün büyüklerin çocukluk günü olarak kutlamasını diliyorum..en azından yılda bir gün çocuk olmayı başarmakta büyük bir başarıdır..
tüm insan ırkının çocuk olma günü mutlu geçsin.. 

21 Nisan 2012 Cumartesi

baloncu

Gönderen Pisun zaman: 02:03 0 yorum
yürüyorum yolda, parka doğru.
sıkıntılıyım, havada öyle
gökyüzü iyice kapanmış ağlamaya başlamadan önce.
parkta oturuyorum elimde çekirdek
zaman geçiyor, elimdeki kitabın satırları tükeniyor,
bir çocuk ağlaması yayılıyor parka
annesinin elini çekiştirmekte çocuk; ağlayarak
bir baloncu memnun, çocuğa balonu uzatıyor
çocuğun yüzü, gülüşü kıpkırmızı oluyor balonun ardında
ve balonlar;
gökyüzüne dönük gözleri
gök; annesinin elini çekiştiriyor, belli ki ağlamaya hazırlanıyor.
bulutlar oluşuyor gözlerinde
ve ağlıyor gökyüzü; balonlar için
ve herkes kaçışıyor evlerine
ben de ıslanıyorum sağnakta ama
oturuyorum hala, hatta çekirdek bile yiyiyorum.
bir çocuk telaşla; aldığı balonu salıveriyor gökyüzüne
ve gök gülüyor,
yüzü balonun ardında sararıyor
gök bütün gün sarı balonuyla oynuyor
mutlu ve ağlamaksız..
insanlar geziye çıkıyor evlerinden..


gün geceye yönelirken 
baloncu hala köşede bekliyor
ve çocuklar hala ağlıyorlar balon için..

19 Nisan 2012 Perşembe

okan bayülgen ' in hikayesi

Gönderen Pisun zaman: 00:24 1 yorum


Dün gece elimde kumanda tv tv gezerken okan'nın muhabbet kralına kaptırdım kendimi.. aslında genelde izlerim okan'ı seviyorum da dün gece nedense öyle bir süpriz oldu bana garip bir tesadüftü.. konu da tesadüf, şans, kader, kısmetttt kısmetti.. gerçekten de benim  önemsediğim konular; tesadüf, şans..
hatta öyle sıklıkla kafa patlatıyorum ki bu konuda harbiden kafam patlıyor..
tesadüf.. istemsiz zamanlama diye tanımlıyorum ben bunu.. sözlük tanımını bilmiyorum gerçekten merakta etmiyorum.. ama nasıl şekil veriyor seçeneklerimize, irademize.. tesadüf.. bir çok insan tesadüf diye bir şeyin olmadığını yani bunun kader olduğunu ima eder.. bizde güler geçeriz çoğunlukla.. düşünmeyiz.. tesadüf değilde hep sonuçları çeker dikkatimizi.. çünkü genelde tesadüfi olaylar kocaman sonuçlara yol açar.. oysaki bizler tesadüfü düşünmeye başlasak merak etsek bu istemsiz zamanlamayı belkide çözmek için baya bir yol alırız.. öyle ya teknolojik ilerlemeye bakarsak eğer merak ettiğimiz konularda ne kadar üretken olduğumuzu görürüz.. tesadüf.. ben fizikçi yada matematikçi değilim o nedenle burada yazdıklarım sadece  düşünüp vardığım sonuçlar olacaktır hepsi bu.. tesadüf.. sandığımız kadar istemsiz zamanlama değil bence; korkularımız, isteklerimiz öylesine gerçek öylesine içten oluyor ki bazen, kalbimizi kaplayan bu duygular bir anlık bir yükselişle büyük bir enerji topu halinde yayılıyor evrene.. evren kalpten büyük enerjiyi doğal bulup bizlere o enerjilerle yüzleşme fırsatı veriyor.. bu fırsatı biz tesadüf diye tanımlıyoruz halbuki bu; sıradan doğal bir süreç.. buna gizem katmaya gerek yok. 
tesadüf.. bizim istediğimiz yada korktuğumuz sonuçlar için doğanın bize bir armağanı.. ama bu armağanı biz ima etmiştik daha önce heh işte o da bizi buldu sonunda.. şans.. hım bak bence bu daha sihirli bir kelime.. şans.. gerçekten şans diye bir şey var mı ? iyi şans kötü şans.. şans eseri kurtulmak ölümden.. paralar kazanmak piyangodan.. hemen herkes de farklı oluyor şans.. kiminde eğitim, kiminde evlat, kiminde ölümden dönmek, kimi için ölmek, para, bir sürü v.s 
şans için tesadüften daha baskın bir enerji gerek kalbe.. bence tabii.. istemek lazım, tırnaklarınla kazımak istediğini.. kocaman enerjilerle beslemek büyütmek ve salıvermek lazım gökyüzüne.. uçan balon gibi al eline salıver gitsin gökyüzüne rengarenk.. 

18 Nisan 2012 Çarşamba

grup vaktinden , geceye

Gönderen Pisun zaman: 23:33 0 yorum
masmavi gün geceye dönüşmekte denizin maviliğinde,
gecenin, kırmızı, sarı, turuncu rengini alıyor deniz..  
ve ölüyor gün, bütün görkemiyle denizde boğuluyor..
bir martı günün geceye yenildiğini umursamadan 
                                            kanat çırpıyor yiyeceğe,
ve beyazı bölüyor geceyi, ışık oluyor
bir karınca hala taşıyor yemini, kumların üzerinde..
kıyıda kimse yok, 
evlerin lambaları geceyi ve denizi bölüp,
                                    ışıktan bir yol oluşturuyor. 
tabak şıkırtıları, pişen balıkların, etlerin kokuları 
yükseliyor geceye
insan sesleri geceye karışıp dalgalarda kayboluyor. 
martı hala inatla uçuyor;
                                     yiyecek peşinde.
karınca yok artık. 
martı son ışığını saçıyor geceye ve denize
bu Onun son dalışı oluyor.
gümüş bir lira görüyorum martının ağzında parlayan
martı, 
gümüş lira ve beyaz ışık süzülüp yanıbaşıma geliyorlar..
ben elimde ki ekmeği bölüşürken martıyla,
martı gümüş lirayı yitirip gidiyor..
ben şaşkın , kumları karıştırırken buluyorum gümüş lirayı..
martı yok artık;
sadece rengiyle çizdiği ışık yolu; denizin ve gecenin üzerinde
ve insanlar hala konuşuyorlar, gülüyorlar evlerinde;
                                             tabaklar hala şıkırdıyor..
elimdeki gümüş lirayı atıveriyorum gökyüzüne ;
                                                  olanca kuvvetimle;
ve o an yıldızlar gururla parlıyorlar 
gecede ve
               denizde ve
                              benim gözlerimde..

7 Nisan 2012 Cumartesi

yedi nefs hikayesi

Gönderen Pisun zaman: 03:41 0 yorum

hayatımızdaki negatif düşüncelerin eyleme dönüşünü düşündüm bugün..hani klasik yedi nefs varya onlar hakkında biraz didiştim kendimle..bu yedi nefs nedir tam olarak bilmesem de insan hayatında gerçekten yok edilmeyi bekleyen olumsuz edimlerin olduğunu biliyorum..din felsefesine hiç girmicem de ben sadece kendimiz açısından bakıcam olaya..
yemek yemeyi, seksi, kibri, kin - nefret ve öfkeyi, tembelliği, hırsı ve kıskançlığı seviyor insanoğlu..sonuçta hayatımız zehir olduysa bir parça içimizdeki bu zehirlere bakmaya daha doğrusu onları görmeye çalışmaya ihtiyacımız var demektir..egomuz garip bir oyunda çünkü, bizi yanılsamalarla kendimizden uzaklaştırıp gerçeği görmememiz için çeşitli yollar denemekte..bizler özümüzden uzaklaşıp gerçekleri kendimizden her sakladığımızda egomuz daha da -sözde kendine güvenle her defasında yeniden yeniyor asıl bizleri..
bu yedi olayı çok felsefik birşey..hemen her şeyde çıkıveriyor karşımıza..özellikle din felsefesinde çok belirgin..bilinmez birşeyler sanki bize özümüzü bulmamız için sürekli yedi, yedi diye fısıldıyor..bu önemli..demek ki insanoğlu yediyi yani kendini bir şekilde keşfetmeli..
yemek yemek; fazlası obeziteye gider..ama yemek yemek yada yemeği istemek kafamızı en çok meşgul eden şeydir diyebilirim ben..bir anda burnuna geliveren o koku, o sırada ne yapıyor olursak olalım çeker alır bizi ordan..yeniliriz ona..bir günde neleri çeker canımız düşünsenize..kafamızın bir kısmı kesin yemekle meşguldür..
seks de yemek gibi insanların kafasının bir köşesinde sürekli bekler..sürekli meşgul eder..sürekli acıkır oda..hele erkeklerin işi çok daha zordur bu konuda..yirmidört saat boyunca evet uykuda bile kafalarını seks meşgul eder..
bazen yemek yemeyi unuturuz ama nedeni başka bir şeye duyduğumuz hırstır..hırsın bir sınırı yok herhangi bir konuda kolayca sarar bedenimizi..başka bir şeyi düşünemeyiz eğer hırslıysak..en önemli şey başarmak, başarmak, başarmaktır..hedef ne olursa olsun başarılmalıdır..en iyi not alınmalı, en mutluymuş gibi yapılmalı, dünyayı yönetmeli, en iyi yemeği yapmalı, en iyi anne olunmalı..v.s..
tembellik hırstan da kötü bence..en azından bir şey düşünmek hiç bir şey düşünmemekten iyidir..birşeyleri düşünebiliyorsak eğer bu yedilerden birini farkedip yok edebiliriz de belki de..hiçbir şey düşünmeden yaşamak çok tehlikeli..
kibir; ben onu hep ego olarak tanımlarım kendi hayatımda..egonun kelime anlamı olduğu için değil de
kibir bizi belki de kendimizden uzaklaştıran en büyük şey olduğu için..o bizi ele geçirdiğinde artık biz orada değilizdir..biz başka birşeye dönüşmüşüzdür..bir yaratığa..
büyük öfke kine dönüşür kin nefrete..bu kısır döngü döner durur beynimizde..öfke çocuklukta yapışır yakamıza..genelde babamıza duyarız o büyük öfkeyi..en büyük otorite en büyük öfke kaynağı olur içimizde..bu öğrenilen davranış yıkar geçer sevgilerimizi..bizi en çok besleyen sevgi ana damarı kesildimiydi elimizde korumasız bir benlik kalır ki bu da içimizdeki öfkenin büyütttüğü ikizleri -kin ve nefreti - mirasyedi gibi harcatır bize..
benim en önemsediğime geldi sıra..kıskançlık..en ama en tehlikelisi ve farkedip yok etmesi en zor olan bu..bir anda kalbimizde beliriveren bir sıcaklık, bu en büyük canavarın o anda bizle olduğunun habercisidir..farkedilmesi kolaydır fakat yok edilmesi en zor olanı..yok edeci bir şeydir, yıkar yok eder ve bitirir bizi..bu yaratık  kalpte hissedildiği için yok etmek en zor belki de..en zor ama imkansız değil..
ailelerimiz bizleri büyütürken genel olarak en iyi anne -baba hırsıyla büyütmelerine rağmen ve sanırım hırsta zaten yok edilmesi gereken bir şey olduğu için bu yedi nefsi bize bizzat öğreterek büyütüyorlar..sonra çık işin içinden..kolaysa tabi..
benim bunla ilgili küçük bir formulüm var belki birgün size de lazım olabilir..önce kendini tanımayı iste, kendini farket, nefslerini keşfet, kendine bunları itiraf et, yok etmek için derin acılara katlan ve herkese itiraf et..arındır kendini..en azından çabala..bu insana iyi geliyor..bana inan!

önlem

Gönderen Pisun zaman: 02:19 0 yorum
korkusuz bir gecenin sabahında;
                                     düşün..
beyninde şekil ver kelimelere, tümcelere
sonra onları;
altın yaldızlı bir deftere not et 
ÇARESİZ akşamlarda oku bu notları
oku, korkmayana dek...

5 Nisan 2012 Perşembe

O' nun hikayesi

Gönderen Pisun zaman: 00:05 0 yorum

empati..üstüne en çok düşünüp gerçekten, yürekten uygulamaya çalıştığım sihirli kelime..kendini birilerinin yerine koyup ne yapardım, ne yapmalıyım düşüncesi..insana sanki dünyanın en zor şeyi gibi gelir bu, oysa biz insanların çoğu, günde bilmem kaç kez başkasıymış gibi davranırız..bu bizim  kendi olma içgüdümüzü bastıran en önemli egodur..hayata başkasıymış gibi kolayca bakıverirken empati yaparken neden zorlanırız ?
kendin olmamak, hayata bakarken gözlük takmak derken hiç hiç zorlanmıyoruz..bu iki konuda da maşallah doğuştan oscar ödülü almış sanatçılar gibi tek ayak üstünde binlerce oyun sergiliyoruz hem kendimize hem cümle aleme..çok ta güzel kıvırıyoruz bu işi kendimize bile oynuyoruz bu oyunu..sıra başkası yerine kendimizi koymaya geliyor orda duruyoruz..onun yerinde biz olsaydık..a yoo asla ben öyle davranmazdım, öyle söylemezdim mi diyoruz? evet aynen öyle yapıyoruz işte..
olay çok karmaşık aslında; bu karmaşayı alt beynimiz kolayca çözüyor çözmesine de, biz nelerin altına gizleyip görmezden gelebiliyoruz.. tam olarak beni üzerinde düşündüren şey işte bu..başkalarını anlamamak için nelerin arkasına gizleniyoruz..sanırım bu garip bir tatmin..karşımızda ki insanı anlamaya çalışmanın en kolay yolu O nun yerine kendimizi koymakken; bizler O nun üstüne basıp tatmin oluyoruz..bu tatminin sonucunda geçici, hayal mutlulukları gerçek sanıyoruz sanırım..peki başkasını anlamamak neden bize sahte bir mutluluk versin ki dimi..böyle sahte bir şey bizi neden beslesin..hani açken, çok açken önümüzde de her yemeğin olduğu bir masada neden biz bir dilim ekmekle doyalım ki..oturalım o masaya canımızın istediği, gerçekten çok sevdiğimiz yemeklerden bol bol yiyip doymak yerine neden bu gerçek aç kalış..ne alakası var..diyorsunuz duydum sanki..
şöyle ki; hiç büyümemiş, yaşam boyu rengarenk değişik kişilikler gözlüğü takmış sürekli doyurulmayı bekleyen egolarımız gün boyu zırlar durur..AÇIM..AÇIM..AÇIM..bizlerse bu yüzden işte her fırsatı değerlendiririz.uyanıp evden çıkar, insanların içine karışırız..tıpkı aç karnını doyurmak için avlanan eski insanlar gibi..egolarımız için avlanırız..çöpleri toplayan insanlara bakarız göz ucuyla..hızlandırırız adımlarımızı çooook pis kokuyor burası..birde üstüne üstlük trafiği tıkamış çöp kamyonu..ego için mükemmel bir av bu durma hemen doyur karnını..kaç ordan pis kokuyor ya çöpü toplayanlar da pis kokmuş terden..şöyle pis bir bakış at, kornadan çekme elini..ne de olsa sen çöp toplasan ter kokmaz trafiği de tıkamazdın..okula vardın kızın biri yağlı saçlarla geziniyor iykk iğrenç..sen olsan asla öyle dışarı çıkmazdın değil mi? evet çıkmazdın o zaman hemen doyur egonu..kızın biri arkadaşının sevgilisini ''elinden aldı''..off çok ağır suç bu durma! doyur karnını egonun..sen olsan asla yapmazdın..oysa lisedeyken sen en yakın arkadaşının sevgilisiyle birlikte oldun diye kaşar koymuşlardı kalem kutuna..olsun ama şimdi olsa yapmazdın..ne de olsa şimdiki arkadaşların bilmiyor bu olayı..eve döndüğünde annen sinirlendiriyor seni çünkü geç kaldın..sen anne olsaydın asla böyle olmazdın dimi..haklısın olmazdın..utanma sakın doyur bir an önce egonu..
ne çok sahte mutluluk var hayatta bazen şaşıyorum..sonrada anlıyorum zaten bu genel mutsuzluğu..bu sahtekarlık bu ödüllere layık bitmez tükenmez show, egomuzu doyururken bizleri yok etti..
em - pa - ti..başkasının yerine kendini koy..bunu yap..O nu anla düşmanın olsa bile..önce kendini keşfet ki O nu ele geçiresin..düşünsene avucunun içi gibi bildiğin birinden göreceğin zarar ne olabilir ki..zarar veremez sana..kesinlikle bu böyle..
birilerini anlamaya çalışmak; sahte geçici mutluluk yerine, sağlam ömür boyu bizi mutlu edecek bir kaynak sağlar bize..gerçekten doyurur..hem gözümüz hem karnımız hem de iç dünyamız doyar..gerçekten mutlu olmayı başarmışsak eğer bilmeliyiz ki artık başkalarını anlıyoruz..gerçekten anlıyoruz..yargılamadan önce O oluyoruz..O olunca artık yargılamak çok ama çok zorlaşır..yargı yoksa hayatımızdan koca bir pisliği attık..ohh! bugün nedensiz bir mutluluk var üstüme neden ki acaba?

30 Mart 2012 Cuma

çerçeve

Gönderen Pisun zaman: 02:58 0 yorum


hayata bakarken, çoğunlukla güneş gözlüklerimizi takarız..
diyelim küçüğüz yaramazlık yaptık annemizde kızdı bize hatta cimcikledi kıçımızı; damlalar akarken gözlerimizden en pembe gözlüklerimizi takarız gözümüze..hani küçüğüz ya pembeyi seviyoruz diye..annem kızdı ama sever gene beni deriz pembe gözlüklerle..
derken ilk okula başlarız örtmenimizi anne babamızdan sonraki sırada severiz..yaramazlık yaparız, ödevimizi evde unuturuz korkarız..örtmen kızar, azarlar tüm sınıfın önünde, sessizce sıranın altına saklayıp başımızı; en bizi görünmez yapan güneş gözlüğümüzü takarız gözümüze..suçlarız kendimizi utanç denizimizde..bizi ömür boyu saklanmak zorunda bırakan utanç yapışır yakamıza..birçoğumuzun yakasını da ömür boyu bırakmaz o tüm sınıfın önünde taktığımız bizi görünmez yapan utanç gözlüğü..
ergenlik gelir ansızın çocukken koleksiyonuna başladığımız güneş gözlüklerimiz kutu kutu saklanır bir köşede..ergenliğin en popüler gözlüğü siyahtır..artık pembeyi sevmeyiz büyüdük ya ! hayata bakarken büyükler gibi simsiyah bakarız kocaman Ferre gözlüklerle..o gün öğreniriz yalnızlığı..
büyüdük artık rengarenk gözlüklerimiz var..annenle mi tartıştın duruma göre tak bi gözlük..aç müziği son ses nasılsa barışırsın..babana mı kızdın tak bir gözlük satmışım anasını..hayatta kalmanın en kolay yolu bu keşiftir..yani korumak kendini - yani gözlüklerle bakmak hayata..ne sen olmak, ne O`nların istediği sen olmak..bir şekilde olmak işte..
yirmili yaşlarda en tehlikeli gözlüğü keşfederiz..arkadaşlarımıza hep çıplak gözle bakarken ne olur ne eder bu yaşlarda illa bir kazık yeriz..koleksiyonumuza  yeni bir parça katılır..insanlara güvensizlik gözlüğü..bu güne kadar yaşadığın en korkunç şey gibi gelir bu..ama korkma çabuk geçer..
genelde otuzlu yaşlarda yanımıza kalan üç beş dosttan yediğimiz zaman kazığı; neredeyse anne karnına geri döneriz..öylesine yalnız, öylesine çıplak, öylesine korumasız..amaçlarımız, kariyerlerimiz bir süre donakalır bu gözlükten dolayı..bu harbi bir tek başınalık gözlüğüdür..
tabi bu arada iş hayatını unutmayalım..bak o hayatta illa mavi çerçeveli simsiyah bi gözlük takmalıyızdır..mavi iletişimdir, sosyaliz imajı verip kendini koruyup, kimseye asla güvenmeyen siyah camları takarız ki yükselelim..taviz vermez görünümlü politik olma, bi tür yalaka gözlüğü..ucunda para var kazanmak kolay değil..
sonra anne baba oluruz çoğumuz..başlarda en şeffaf gözlüğümüzü takarken, sonraları karmaşıklaşır olay..hemen, hemen her gözlüğü deneriz..hem kendimizi, hem çocuğumuzu tanıma gözlükleri; boy boy - dizi dizi..o dönemlerde baya bi para harcarız gözlüklere..gökkuşağı renklerinde spor görünümlü klasik gözlük..adı bile uzun..tıpkı o dönem gibi..hayat boyu..
artık kaşarlandık yolu yarıladık..kimse yaralayamaz bizi bir hayatlık gözlük koleksiyonumuz var..takarız keyfimize göre..öylesine alışırız ki artık bizim bir parçamız olur gözlüklerimiz..aynada kendimize bakarken bile gözümüzde gözlüğümüz olur..kendimizden bile korkarız artık..kendimiz kimiz ? keşfettik mi ?taktığımız gözlükleri görüyor muyuz ? sanmıyorum..
bir sürü safsata var; kişilik çözümlemeleri, testleri, ıvır zıvırları..kendini olduğu gibi tanıyan ve olduğu gibi seven bir allahın kulu varsa beri gelsin..eğer kendimizi tanısak neden gözlük takalım dimi? tüm gözlüklerimizi çıkarırız açık arttırmaya satarız..neredeyse 50 senelik bi birikim zengin oluruz yahu! bahse varım siz şimdi okurken düşündünüz bunu..sahi şimdi hangi gözlükle okuyorsun beni?


güneş bile bazen yağmurun arkasına gizlenip takmaz mı gökkuşağı gözlüğünü?


sabah

Gönderen Pisun zaman: 01:12 0 yorum
          Bir sigara daha yaktım
                             sabahı karşılamaya hazırlanırken,
          O ise hiç acele etmedi, ben bekliyorum sabırla
          Makyaj yapıyor süslü hanımlar gibi..
          Önce bütün yüzünü griye boyadı,
          Sonra gözleri, uykunun mahmurluğunu atıp parladı;
                                              benim gözlerim kamaştı..
          İşte küçük hanım göründü uzaktan
          Yaptığı makyaja dikkat etmedim
                                  O`nu görünce sevinçten
          Uyuyakalmışım sabah serinliğinde..

27 Mart 2012 Salı

bizim hikayemiz

Gönderen Pisun zaman: 01:14 0 yorum
nefes alıp-vermek..düşünmeden öylesine çıkıveriyor ağzımızdan..sıradan..günde bilmem kaç kez alıp veriyoruz kendimizle..kendimizden aldıklarımızı kendimize yenileyip yüklüyoruz..sahi ne yapıyoruz? ritmik bir şey durmadan yenilenmek.. doğa gibi bizde her saniye yeniden yenileniyoruz..mu acaba?
yenilenmek..nefes alıp-vermek..içinde pislettiklerini fark edip dışa vurmak, içinde yok etmek..düşünsenize ne çok şey alıyoruz saniyeler içinde ve ne çok şeyi atıyoruz aynı saniyede..tüketmek gibi hayatı, dünyayı, pislenmişliği..her nefes alıp-vermek bir şeyleri tüketmek gibi..mesela buna alıp-vermek desek, almadan veremeyiz, vermezsek alamayız.. hayatımızda her şey öyle değerli ki, ne vermeliyiz? nasıl kopacağız bizim olandan ve yerine neler alacağız yaşamdan? şimdi  vermek olunca konu; aklınıza-aklıma gelen hep, modası geçmiş kıyafetler, ihtiyacımız olmayan bir sürü ıvır zıvır, kırılmış tabak çanaklar, bozuk saatler, yalnızca bir sene önce dünyanın parasına aldığımız yenisi çıkınca köşeye attığımız telefonlar...v.s...geliyor..sahi bu kadar basit mi vermek? vermek; ihtiyacımız olmayandan kurtulmak...mı? ihtiyacımız olmayanlar gidince yenilenmek mi? bu bencil insan ırkı ihtiyacı olmayanları sürekli vererek yani yenilenerek mi bakar hayata..peki sonra..asıl ihtiyaç duyduklarını kaybetmedi mi? hemde fazlasıyla..hayattan aldıklarından çok daha fazlasını, çok daha değerlisini kaybetti kaybediyor hala..
ya almak..var mı bunun bir sınırı nefes almak gibi..saniyeler içinde alıyoruz ya nefesi ama çok alınca tepki veriyor vücut..bizde böylemi alıyoruz hayattan..belli sınırlar içinde miyiz? çok aldığımızda içimizdeki pislik büyümekte, kirlenmekte benliğimiz..hayatın döngüsünde aldığın kadar verdiğine göre çok aldığında çok veremezsen hayata, çok pislenirsin..düz mantık..en güçlü olmak, en zengin olmak, en mutlu olmak, en şanslı olmak, en başarılı olmak..kim bilir ne bedeller ödetir küçük hayatlarımıza..almak..en iyisini, en muhteşemini, enin enini..bizler durmadan alırken hayattan, hatta sömürürken hayatı nasılda mutluyuz..almak güzel ya!..almak yenilenmek ya!..küçük beyinlerimiz işte bu kadar düz mantıkla işler..almak iyidir..vermek kurtulmaktır istemediklerimizden..
ben beynime güvenmem pek..nerde işim düşse ona unutuverir..bakarsın bir anda duruverir hiç bir şey düşünemem..eee peki ben beynime güvenmiyorsam ne kaldı elimde dimi? kaderci de sayılmam ..olayları çoğu kez zamana bırakamam..ben sadece şuna dikkat ediyorum yaşarken..ne aldım..ne vermem gerek hayata..hani şimdi ben bilmiş bilmiş yazıyorum diye sakın büyük bedeller ödemediğim sanılmasın..bu benim  başıma gelen kayıpların nedenini sorgularken farkına vardığım bir gerçek..
nefes alıp-vermek, hayattan alıp- vermek...hala nefes alıp verdiğim hayat; küçük kızların sokak oyunlarındaki tekerleme gibi..ALDIM..VERDİM..BEN SENİ YENDİM..

26 Mart 2012 Pazartesi

senin hikayen

Gönderen Pisun zaman: 03:02 0 yorum
Mutlu sonla biten masalla başlar ilk adımlar.. giderek kısa bazen fantastik bazen çok kısa, bazen çok gerçek kısacık hikayelerle tanımlarız aldığımız yolu.. içimizdeki küçük adımlar kısacık sonlar yavaş,yavaş örgülü bir sona; düşünen bir başlangıca doğru çeker hatta iter bizi..içinde belki de kendimizi bulduğumuzu sandığımız kocaman -aslında küçücük büyük evrenler sarar o tanımsız bize uzak bizi..hep başkalarını tanımak gerekir; masallardaki, hikayelerdeki ders kitaplarındaki yada ne bilim tv deki, hayal dünyamızdaki ...başka başka aletlerin adlarını, hayvan adlarını, ülkeleri, şehirleri, bilmediğimiz dilleri merak eder, okuruz, düşünürüz ..bu bir öğreti sanırım kendinden önce başka şeyleri tanımak, öğrenmek, bilmek..kendini tanımayan insan için orta yaşlarda bu eskiden beri öğrenilen tanıma; sonralarda kendini koruma içgüdüsüyle birleşir çünkü bence kendini tanımayan insan kendini kendinden koruma içgüdüsüyle hareket etmeye başlar..
işte zaten hikayelerde böyle başlar küçük tanımlarla.. öyle ya hikayedeki kızın adını bilmesek  onu nasıl tanımlar beynimiz ..evet önce isim sonra kimlik geliyor.. mesela kızın annesi ölmüştür babası evlenmiştir yeniden, üvey anne kötüdür..hemen tanımlarız ..YAZIK KIZA ..bu yazık kıza bir tanımdır; biz o değiliz nasılsa biz kimiz neyiz önemli değil ki, biz o değiliz sonuç bu!..
bu insanı rahatlatan kendinle kaldığında ohh çektiren iç gıcıklayıcı bir kaçış gibi ama kaçıştan çok bu bir bakış açısı.. kendinden kaçarak kendin almaktan uzaklaşarak ahhh vahhh yazık demek en kolayıdır-kaçış kolay-..hikaye ilerledikçe bizim zavallı kız aşık olur.. kim bilir.. biz şaşar kalırız yuh artık bunca kötülüğün içinde nasıl bir güneş ki bu sıcacık ama bu kız hak etti deriz içten içe ..bide kıskanırız sanırım, hani hikayedeki kız bize uzak bir yerde ya; aşkta uzaklaşır o anda bizden..neyse ki Allah'tan hikayeler kısadır, hikaye bitecek bizde kendi dünyamızda aşık olacağızdır ya illaki..sonraki sayfada kızın aşık olduğu adam gazozuna ilaç koyduğunda ohhhh Allah'ım neredeyse bide kıskanacaktım kızı dersin-deriz..kendinden uzak yaşamak en emin yoldur- iddiaya varım insan ırkının yarısından çoğu için.yıllar geçer çevremizdeki her şeyi tanımakla övünerek uzun yıllar geçer hatta kimimiz bilgi yarışmalarında kasılırız, genel kültürüm süper herkesle yarışırım deriz..özel hayatlarımızsa o anda hala hızlı hızlı kaçar bizden ..içimizdeki biz kaçtıkça bizden gitgide küçülür özümüz.. burda, klasik ben kimim neyim ne olursam olayım diyaloglarına girmicem de, burdan direk özden uzaklaşan insanların, uzaklaşan özün yerine kendilerinin ufaldığından demvurucam.. karışık oldu biraz hemen derinleştireyim.. şöyle ki öz hep öndedir -özden kastım asıl sen, ben, biz, şimdi o önde olunca biz uzaklaşıyoruz ya; biz geriye yol alıp gittikçe küçülürüz..zerre olana kadar devam eder bu, belki de fark etmezsek yok olana kadar..yok olan gene biziz ama öz değil.. burda gülesim geldi sizin kafa karıştı ..
hikayeye devam edelim en iyisi kız içsin gazozu kötü yola düşsün hatta- bide benden gözlerine kezzap atsın pezevengi kör olsun..sen rahatsın dimi..rahatla sen, güvendesin.. kendinden uzaklaştıkça bu güven saracak seni işte.. kendini tanımak için çabalarsan acı çekeceksin çıplak kalıp böbürlenmelerinden arınacak sen bir hiç olurken özün olmayı başaracaksın..anlamadıysan bunları hikayedeki kızı düşün o kimselerin hissetmediği derin oh çekişini ..inan bana o kız için de ,bu başkasının hikayesi..inan bana..
o akıttığın göz yaşları ,o kıskançlık krizleri,o böbürlenmeler seni kendi sevgisizliğinle sarar kucaklar..bence hayat bir nokta olmaktan öte bir şeydir..hayat hep iki üç noktalardan ibaret bir süreçtir..ve bu süreç kendi içsel yolculuğun kendin olma serüvenindir.. bunu dene bence..
 

Ben v.s