30 Mart 2012 Cuma

çerçeve

Gönderen Pisun zaman: 02:58 0 yorum


hayata bakarken, çoğunlukla güneş gözlüklerimizi takarız..
diyelim küçüğüz yaramazlık yaptık annemizde kızdı bize hatta cimcikledi kıçımızı; damlalar akarken gözlerimizden en pembe gözlüklerimizi takarız gözümüze..hani küçüğüz ya pembeyi seviyoruz diye..annem kızdı ama sever gene beni deriz pembe gözlüklerle..
derken ilk okula başlarız örtmenimizi anne babamızdan sonraki sırada severiz..yaramazlık yaparız, ödevimizi evde unuturuz korkarız..örtmen kızar, azarlar tüm sınıfın önünde, sessizce sıranın altına saklayıp başımızı; en bizi görünmez yapan güneş gözlüğümüzü takarız gözümüze..suçlarız kendimizi utanç denizimizde..bizi ömür boyu saklanmak zorunda bırakan utanç yapışır yakamıza..birçoğumuzun yakasını da ömür boyu bırakmaz o tüm sınıfın önünde taktığımız bizi görünmez yapan utanç gözlüğü..
ergenlik gelir ansızın çocukken koleksiyonuna başladığımız güneş gözlüklerimiz kutu kutu saklanır bir köşede..ergenliğin en popüler gözlüğü siyahtır..artık pembeyi sevmeyiz büyüdük ya ! hayata bakarken büyükler gibi simsiyah bakarız kocaman Ferre gözlüklerle..o gün öğreniriz yalnızlığı..
büyüdük artık rengarenk gözlüklerimiz var..annenle mi tartıştın duruma göre tak bi gözlük..aç müziği son ses nasılsa barışırsın..babana mı kızdın tak bir gözlük satmışım anasını..hayatta kalmanın en kolay yolu bu keşiftir..yani korumak kendini - yani gözlüklerle bakmak hayata..ne sen olmak, ne O`nların istediği sen olmak..bir şekilde olmak işte..
yirmili yaşlarda en tehlikeli gözlüğü keşfederiz..arkadaşlarımıza hep çıplak gözle bakarken ne olur ne eder bu yaşlarda illa bir kazık yeriz..koleksiyonumuza  yeni bir parça katılır..insanlara güvensizlik gözlüğü..bu güne kadar yaşadığın en korkunç şey gibi gelir bu..ama korkma çabuk geçer..
genelde otuzlu yaşlarda yanımıza kalan üç beş dosttan yediğimiz zaman kazığı; neredeyse anne karnına geri döneriz..öylesine yalnız, öylesine çıplak, öylesine korumasız..amaçlarımız, kariyerlerimiz bir süre donakalır bu gözlükten dolayı..bu harbi bir tek başınalık gözlüğüdür..
tabi bu arada iş hayatını unutmayalım..bak o hayatta illa mavi çerçeveli simsiyah bi gözlük takmalıyızdır..mavi iletişimdir, sosyaliz imajı verip kendini koruyup, kimseye asla güvenmeyen siyah camları takarız ki yükselelim..taviz vermez görünümlü politik olma, bi tür yalaka gözlüğü..ucunda para var kazanmak kolay değil..
sonra anne baba oluruz çoğumuz..başlarda en şeffaf gözlüğümüzü takarken, sonraları karmaşıklaşır olay..hemen, hemen her gözlüğü deneriz..hem kendimizi, hem çocuğumuzu tanıma gözlükleri; boy boy - dizi dizi..o dönemlerde baya bi para harcarız gözlüklere..gökkuşağı renklerinde spor görünümlü klasik gözlük..adı bile uzun..tıpkı o dönem gibi..hayat boyu..
artık kaşarlandık yolu yarıladık..kimse yaralayamaz bizi bir hayatlık gözlük koleksiyonumuz var..takarız keyfimize göre..öylesine alışırız ki artık bizim bir parçamız olur gözlüklerimiz..aynada kendimize bakarken bile gözümüzde gözlüğümüz olur..kendimizden bile korkarız artık..kendimiz kimiz ? keşfettik mi ?taktığımız gözlükleri görüyor muyuz ? sanmıyorum..
bir sürü safsata var; kişilik çözümlemeleri, testleri, ıvır zıvırları..kendini olduğu gibi tanıyan ve olduğu gibi seven bir allahın kulu varsa beri gelsin..eğer kendimizi tanısak neden gözlük takalım dimi? tüm gözlüklerimizi çıkarırız açık arttırmaya satarız..neredeyse 50 senelik bi birikim zengin oluruz yahu! bahse varım siz şimdi okurken düşündünüz bunu..sahi şimdi hangi gözlükle okuyorsun beni?


güneş bile bazen yağmurun arkasına gizlenip takmaz mı gökkuşağı gözlüğünü?


sabah

Gönderen Pisun zaman: 01:12 0 yorum
          Bir sigara daha yaktım
                             sabahı karşılamaya hazırlanırken,
          O ise hiç acele etmedi, ben bekliyorum sabırla
          Makyaj yapıyor süslü hanımlar gibi..
          Önce bütün yüzünü griye boyadı,
          Sonra gözleri, uykunun mahmurluğunu atıp parladı;
                                              benim gözlerim kamaştı..
          İşte küçük hanım göründü uzaktan
          Yaptığı makyaja dikkat etmedim
                                  O`nu görünce sevinçten
          Uyuyakalmışım sabah serinliğinde..

27 Mart 2012 Salı

bizim hikayemiz

Gönderen Pisun zaman: 01:14 0 yorum
nefes alıp-vermek..düşünmeden öylesine çıkıveriyor ağzımızdan..sıradan..günde bilmem kaç kez alıp veriyoruz kendimizle..kendimizden aldıklarımızı kendimize yenileyip yüklüyoruz..sahi ne yapıyoruz? ritmik bir şey durmadan yenilenmek.. doğa gibi bizde her saniye yeniden yenileniyoruz..mu acaba?
yenilenmek..nefes alıp-vermek..içinde pislettiklerini fark edip dışa vurmak, içinde yok etmek..düşünsenize ne çok şey alıyoruz saniyeler içinde ve ne çok şeyi atıyoruz aynı saniyede..tüketmek gibi hayatı, dünyayı, pislenmişliği..her nefes alıp-vermek bir şeyleri tüketmek gibi..mesela buna alıp-vermek desek, almadan veremeyiz, vermezsek alamayız.. hayatımızda her şey öyle değerli ki, ne vermeliyiz? nasıl kopacağız bizim olandan ve yerine neler alacağız yaşamdan? şimdi  vermek olunca konu; aklınıza-aklıma gelen hep, modası geçmiş kıyafetler, ihtiyacımız olmayan bir sürü ıvır zıvır, kırılmış tabak çanaklar, bozuk saatler, yalnızca bir sene önce dünyanın parasına aldığımız yenisi çıkınca köşeye attığımız telefonlar...v.s...geliyor..sahi bu kadar basit mi vermek? vermek; ihtiyacımız olmayandan kurtulmak...mı? ihtiyacımız olmayanlar gidince yenilenmek mi? bu bencil insan ırkı ihtiyacı olmayanları sürekli vererek yani yenilenerek mi bakar hayata..peki sonra..asıl ihtiyaç duyduklarını kaybetmedi mi? hemde fazlasıyla..hayattan aldıklarından çok daha fazlasını, çok daha değerlisini kaybetti kaybediyor hala..
ya almak..var mı bunun bir sınırı nefes almak gibi..saniyeler içinde alıyoruz ya nefesi ama çok alınca tepki veriyor vücut..bizde böylemi alıyoruz hayattan..belli sınırlar içinde miyiz? çok aldığımızda içimizdeki pislik büyümekte, kirlenmekte benliğimiz..hayatın döngüsünde aldığın kadar verdiğine göre çok aldığında çok veremezsen hayata, çok pislenirsin..düz mantık..en güçlü olmak, en zengin olmak, en mutlu olmak, en şanslı olmak, en başarılı olmak..kim bilir ne bedeller ödetir küçük hayatlarımıza..almak..en iyisini, en muhteşemini, enin enini..bizler durmadan alırken hayattan, hatta sömürürken hayatı nasılda mutluyuz..almak güzel ya!..almak yenilenmek ya!..küçük beyinlerimiz işte bu kadar düz mantıkla işler..almak iyidir..vermek kurtulmaktır istemediklerimizden..
ben beynime güvenmem pek..nerde işim düşse ona unutuverir..bakarsın bir anda duruverir hiç bir şey düşünemem..eee peki ben beynime güvenmiyorsam ne kaldı elimde dimi? kaderci de sayılmam ..olayları çoğu kez zamana bırakamam..ben sadece şuna dikkat ediyorum yaşarken..ne aldım..ne vermem gerek hayata..hani şimdi ben bilmiş bilmiş yazıyorum diye sakın büyük bedeller ödemediğim sanılmasın..bu benim  başıma gelen kayıpların nedenini sorgularken farkına vardığım bir gerçek..
nefes alıp-vermek, hayattan alıp- vermek...hala nefes alıp verdiğim hayat; küçük kızların sokak oyunlarındaki tekerleme gibi..ALDIM..VERDİM..BEN SENİ YENDİM..

26 Mart 2012 Pazartesi

senin hikayen

Gönderen Pisun zaman: 03:02 0 yorum
Mutlu sonla biten masalla başlar ilk adımlar.. giderek kısa bazen fantastik bazen çok kısa, bazen çok gerçek kısacık hikayelerle tanımlarız aldığımız yolu.. içimizdeki küçük adımlar kısacık sonlar yavaş,yavaş örgülü bir sona; düşünen bir başlangıca doğru çeker hatta iter bizi..içinde belki de kendimizi bulduğumuzu sandığımız kocaman -aslında küçücük büyük evrenler sarar o tanımsız bize uzak bizi..hep başkalarını tanımak gerekir; masallardaki, hikayelerdeki ders kitaplarındaki yada ne bilim tv deki, hayal dünyamızdaki ...başka başka aletlerin adlarını, hayvan adlarını, ülkeleri, şehirleri, bilmediğimiz dilleri merak eder, okuruz, düşünürüz ..bu bir öğreti sanırım kendinden önce başka şeyleri tanımak, öğrenmek, bilmek..kendini tanımayan insan için orta yaşlarda bu eskiden beri öğrenilen tanıma; sonralarda kendini koruma içgüdüsüyle birleşir çünkü bence kendini tanımayan insan kendini kendinden koruma içgüdüsüyle hareket etmeye başlar..
işte zaten hikayelerde böyle başlar küçük tanımlarla.. öyle ya hikayedeki kızın adını bilmesek  onu nasıl tanımlar beynimiz ..evet önce isim sonra kimlik geliyor.. mesela kızın annesi ölmüştür babası evlenmiştir yeniden, üvey anne kötüdür..hemen tanımlarız ..YAZIK KIZA ..bu yazık kıza bir tanımdır; biz o değiliz nasılsa biz kimiz neyiz önemli değil ki, biz o değiliz sonuç bu!..
bu insanı rahatlatan kendinle kaldığında ohh çektiren iç gıcıklayıcı bir kaçış gibi ama kaçıştan çok bu bir bakış açısı.. kendinden kaçarak kendin almaktan uzaklaşarak ahhh vahhh yazık demek en kolayıdır-kaçış kolay-..hikaye ilerledikçe bizim zavallı kız aşık olur.. kim bilir.. biz şaşar kalırız yuh artık bunca kötülüğün içinde nasıl bir güneş ki bu sıcacık ama bu kız hak etti deriz içten içe ..bide kıskanırız sanırım, hani hikayedeki kız bize uzak bir yerde ya; aşkta uzaklaşır o anda bizden..neyse ki Allah'tan hikayeler kısadır, hikaye bitecek bizde kendi dünyamızda aşık olacağızdır ya illaki..sonraki sayfada kızın aşık olduğu adam gazozuna ilaç koyduğunda ohhhh Allah'ım neredeyse bide kıskanacaktım kızı dersin-deriz..kendinden uzak yaşamak en emin yoldur- iddiaya varım insan ırkının yarısından çoğu için.yıllar geçer çevremizdeki her şeyi tanımakla övünerek uzun yıllar geçer hatta kimimiz bilgi yarışmalarında kasılırız, genel kültürüm süper herkesle yarışırım deriz..özel hayatlarımızsa o anda hala hızlı hızlı kaçar bizden ..içimizdeki biz kaçtıkça bizden gitgide küçülür özümüz.. burda, klasik ben kimim neyim ne olursam olayım diyaloglarına girmicem de, burdan direk özden uzaklaşan insanların, uzaklaşan özün yerine kendilerinin ufaldığından demvurucam.. karışık oldu biraz hemen derinleştireyim.. şöyle ki öz hep öndedir -özden kastım asıl sen, ben, biz, şimdi o önde olunca biz uzaklaşıyoruz ya; biz geriye yol alıp gittikçe küçülürüz..zerre olana kadar devam eder bu, belki de fark etmezsek yok olana kadar..yok olan gene biziz ama öz değil.. burda gülesim geldi sizin kafa karıştı ..
hikayeye devam edelim en iyisi kız içsin gazozu kötü yola düşsün hatta- bide benden gözlerine kezzap atsın pezevengi kör olsun..sen rahatsın dimi..rahatla sen, güvendesin.. kendinden uzaklaştıkça bu güven saracak seni işte.. kendini tanımak için çabalarsan acı çekeceksin çıplak kalıp böbürlenmelerinden arınacak sen bir hiç olurken özün olmayı başaracaksın..anlamadıysan bunları hikayedeki kızı düşün o kimselerin hissetmediği derin oh çekişini ..inan bana o kız için de ,bu başkasının hikayesi..inan bana..
o akıttığın göz yaşları ,o kıskançlık krizleri,o böbürlenmeler seni kendi sevgisizliğinle sarar kucaklar..bence hayat bir nokta olmaktan öte bir şeydir..hayat hep iki üç noktalardan ibaret bir süreçtir..ve bu süreç kendi içsel yolculuğun kendin olma serüvenindir.. bunu dene bence..
 

Ben v.s